Kafkasya’dan Türkiye’ye yardım diplomasisi
6 Şubat günü Kahramanmaraş merkezli 7,7 ve 7,6 büyüklüğünde yaşanan ve çevredeki 10 şehirde ağır bir yıkıma yol açan depremin etkileri Türkiye’den hiçbir zaman silinemeyecek. On binlerce vatandaş öldü, yüz binlercesi yaralandı ve milyonlarcası dışarıda yaşama tutunma savaşı veriyor. Enkaz altında haftalarca kurtarılmayı bekleyen depremzedeleri ve cenazeleri gördük. Yetkililer en üst düzey alarm anlamına gelen 4. seviye alarm vererek uluslararası yardım çağrısı yaptı. Yedi gün süreyle ülkede milli yas ilan edildi ve bütün bayraklar yarıya indirildi. Bilim insanlarının defalarca uyardığı, ancak kimsenin umurunda olmayan deprem, alınmayan tedbirler nedeniyle felakete dönüştü.
Aradan haftalarca süre geçmesine rağmen, deprem bölgesi ve bütün Türkiye’de hayat durmuş halde. İnsanlar artçı sarsıntılar ve hasar alan evleri nedeniyle sokaklarda mahsur kaldı. İmkânı olanlar farklı şehirlere gitti, diğerleri cenazeler ve yıkımla uğraşıyor. Afganistan, Çeçenya, Irak, Suriye’deki yıkımın bir benzeri yaşandı Türkiye’de. Ancak arada önemli bir farkla, Türkiye’de uçaklar şehirleri günlerce bombalamadı, ağır bir iç savaş yaşanmadı, büyük süper bir güç tarafından ezici şiddet uygulanmadı. Buna rağmen koskoca şehirler, Adıyaman, Kahramanmaraş, Hatay ve diğerleri yıkımın etkisiyle tanınmaz hale geldi.
Türkiye Cumhuriyeti büyük beklentilerle 100’üncü yılına girerken, tarihinin en büyük felaketini yaşadı. Komşu bölgeler ve bütün dünya yardım için seferber oldu. Ermenistan ve Yunanistan gibi geleneksel düşman olarak kabul edilen ülkeler dahi, arama-kurtarma ve yardım ekiplerini sahaya gönderdi. Büyük imkânları olmayan Kafkas halkları ise dünyanın neresinde olursa olsun ellerinden gelen yardımı yaptı. Bu yazının konusu Kafkasya’dan Türkiye’ye gönderilen yardımların mantığını açıklamak olsa bile, Türkiye’nin deprem gerçeği tartışılmadan yazılacak bir yazı havada kalacaktır, sonuç olarak deprem bu kadar yıkıcı olmasa, Kafkasya’dan Türkiye’ye yardım hiç gelmeyecekti.
Pragmatik Ahlaki Kod
Şu an Türkiye’de yaşayıp sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek oldukça zor, hâlâ enkaz altında binlerce cenaze var. Siyasi kamplar depremin ilk günlerinde ateşli bir şekilde cepheleri biledi. Deprem bölgesinde resmi kurumlar gecikti, sivil toplum kuruluşları ve diğer gönüllüler ellerinden geleni yaptı, uzaktakiler sosyal medya üzerinden kaosu besleyen söylemler geliştirdi. Deprem sonrası yaralar sarılmaya çalışıyor, ancak bu ne kadar önemliyse, deprem öncesi yapılmayan ve felaketin boyutunu büyüten sebepleri tartışmak da o kadar önemlidir. Türkiye’nin en başta bir deprem bölgesi olduğu, yakın tarihlerde sert depremler yaşanmasına rağmen çok çabuk unutuldu. Deprem gerçeğini ne yazık ki uzmanlar dışında kimse hayatına dahil etmedi.
Uzun zamandır Türkiye, kendi iç ekonomik gidişatını inşaat sistemi üzerine oturtmuştu. Devletin bütün imkânlarıyla en çok desteklenenler inşaat yapanlar ve ev satın alanlardı. Krediler onlara çıktı, borçlar ve kaçak yapılar onlar için affedildi. Bir bütün halinde Türkiye, kaynaklarının çoğunu inşaata harcadı. Hızlı ve kolay yoldan zengin olmak isteyenler için en iyi meslek müteahhitlik oldu. Türkiye’de zarar etme ihtimali olmayan tek sektörün inşaat sektörü olduğunu iddia etmek abartı olmaz. Böylesi atmosferde ticaretle ilgilenen kişiler hiç anlamamasına rağmen bina yapmaya başladı. Risk barındıran bir alan olmasına rağmen, isteyen herkes elini kolunu sallayarak inşaat işine girebildi. Şu an Türkiye’de 450 bin müteahhit olduğu belirtiliyor, bu durum nüfusa oranla mantık dışı derecede bir sayı.
Gözlerini kâr hırsı bürümüş müteahhitler, daha fazla daireyi ucuza kapatmaya çalışan vatandaşlar, özetle bütün sistemi inşaat merkezli rant ekonomisi üzerine kurgulanan bir ülke. Gelinen noktada bütün bu plansızlığın sonucu yaşanıyor. Siyasetçisi ve ticaretçisi başta olmak üzere, bütün bir halkın günü kurtarma merkezli yaşam tarzının vardığı sonuç bu. Pratik ve pragmatik olmayı önceleyen ahlaki kod, Türkiye’yi tam olarak bulunduğu noktaya getirdi ve orada bıraktı. Deprem uzmanlarının bütün uyarılarına rağmen, kimsenin harekete geçmemesinin başka bir izahını yapmak zor. Şimdi yine bütün pratiklikle, depremzedelere yardım etmek için koşturuluyor.
Siyaset Üstü İnşaat Kliği
Depremin yaşandığı gün felaketin büyüklüğü kavranamadı. Bölgeye giden gazeteciler ve sivil toplum kuruluşlarının ardından sağlıklı, gerçek bilgi yayıldı. Şok hali atlatılınca toplum günah çıkarma çabasına girdi. Ortada büyük bir hata var, sorumlu arandı, yağmacı olduğu iddia edilen kişilere şiddet uygulandı, birkaç müteahhit ülke dışına kaçmaya çalışırken tutuklandı, ancak bunlar kimseyi tatmin etmedi. Elbette muhalefet iktidarı, iktidar da muhalefeti suçladı. Peki halk? Özellikle büyükşehirlerde halk yıllarca hazine, orman ve tarım arazilerine kaçak yapı inşa etmişti. Daha sonra o evlere resmi olarak elektrik ve su ulaştıranları, ardından ruhsat verenleri ve nihayetinde imar barışı yapanları her seçim öncesi verdiği oylarla doğrulamıştı. Hayat zordu, ev sahibi olmayanların çektiği çile ortadaydı, bütün bu yukarıdaki yöntemlerle apartman sahibi olanlar, bir dakikacık olsun oturdukları binalardaki risk durumunu düşünmedi.
Hatay’ın yıkılmayan ilçesi Erzin’in Belediye Başkanı Ökkeş Elmasoğlu, kaçak yapı yapmaya çalışan vatandaşların kendisini ziyaret edip, yaptığı işlerin belediye tarafından görmezden gelinmesini istediklerini söyledi. Medyaya konuşan Elmasoğlu, “Siz ne kadar mücadele ederseniz edin, vatandaşta sürekli bir af beklentisi var, nasıl olsa af çıkar diyor ve izin vermesiniz bile yaparım diyor. Bu durum sadece belediyelerin alacağı sorumlulukla çözülebilecek bir şey değil. Türkiye’deki bu sorunun vatandaşımızdaki algının değişmesine bağlı olduğunu düşünüyorum. Devlete ve belediyelere suç atarak kurtulamayız, herkeste bir zihniyet devrimine ihtiyacımız var” ifadeleriyle durumu özetlemeye çalışıyor. Erzin jeolojik olarak Hatay’ın diğer ilçelerine göre daha avantajlı olabilir, ancak bunun bir benzeri, 17 Ağustos 1999 Düzce depreminde yıkılmayan Tavşancıl’da yaşanmıştı. O dönemin Tavşancıl Belediye Başkanı Salih Gün, bilim insanlarının raporlarına göre hareket etmiş ve bu uğurda kaçak kat çıkmak isteyen babasıyla bile mücadele etmişti.
Türkiye’de yerel yönetimlerin inşaatla ilgili her şeyin yapılabileceği yer olduğu açık. Belediyelerin bütün kademelerinde siyasi partiler ve onların teşkilatlarının baskınlığı bilinen bir gerçeklik. Daha da derine inip, parti teşkilatlarında kimin baskın olduğu anlaşılmaya çalışılırsa tartışmasız bir biçimde müteahhitlerle karşılaşılıyor. Para ve zaman bollukları inşaatçıları siyasette yükseltmeye yetti. Zaten imar planı değişiklikleri başta olmak üzere inşaat merkezli alınabilecek birçok karar belediyelerden geçiyordu, bunlardan karar çıkmadan önce haberdar olmak inanılmaz bir rant sağladı. Siyaset inşaatı besledi, inşaat siyaseti besledi. Bu normal şartlarda olumlu bir gelişme olabilirdi, sonuçta inşaat işinde nelerin yaşandığını bilen tecrübeli isimler yetkili olunca, denetlemeleri daha başarılı yapabilirlerdi. Ancak tam tersi yaşandı, siyasette yükselen, ticareti denetlemedi, hatta bunlar en başından itibaren bir tür klik olmuşlardı, inşaat kliği. Öyle ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısına rakip olarak çıkarılsa en çok oy alacağı iddia edilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu bile müteahhit. İmamoğlu’nun 2019 yılında İBB Başkanı olmasından sonra depremle ilgili ne yaptığı çok fazla bilinmiyor. Türkiye’nin muhalefeti ve iktidarı fark etmeksizin siyaset üstü bir tür inşaat kliği tarafından yönetildiği iddia edilebilir. Bu klik 6 Şubat’tan önce güçlüydü, şimdi depreme dayanıksız binaların yenilenmesi sırasında daha da güçleneceğe benziyor.
Kafkas Ötesi’nin Yardım Eli
Türkiye’nin bu hikâyesini Kafkas ülkelerinde belki kimse bilmiyor. Depremin ilk anlarından itibaren Kafkasya’dan haberler gelmeye başladı. Azerbaycan başta olmak üzere, Ermenistan ve Gürcistan başsağlığı dileklerini iletip yardım etmeye hazır olduklarını bildirdi. Azerbaycan’dan arama-kurtarma ekiplerinin yola çıktığı açıklandı. Azerbaycan’dan gelen görüntüler daha duygusalken, Ermenistan ve Gürcistan’ın çabaları diplomasi ve uluslararası ilişkilerle izah edilecek türdendi.
Azerbaycan, Türkiye’de meydana gelen deprem dolayısıyla ilk harekete geçen ülkeydi. 6 Şubat sabahı medyaya yansıyan bilgilere göre, 370 kişilik bir arama kurtarma ekibiyle başlayan süreç boyunca, Azerbaycan halkı ve devleti, Türkiye’deki depremzedeler için seferber oldu. İstatistiği sürekli artan yardımlarla ilgili medyaya ilginç görüntüler yansıdı. Azerbaycanlı gazeteciler eliyle yayılan haberlerde, maddi imkânları kısıtlı insanların ellerinden geleni yaptığı görülüyordu. Genel olarak “Bir Millet İki Devlet” merkezli stratejik bakış açısı 6 Şubat depremlerinde de öne çıkarıldı. Kafkas Ötesi’nden en çok yardımın hem ekonomik gelişmişlik hem de soydaşlık merkezli olarak Azerbaycan’dan geldiği açıkça söylenebilir. Depremin yaşandığı günden itibaren özetlemek gerekirse; 900 kişiden oluşan arama-kurtarma ve yardım ekibi, iki sahra hastanesi, 7.000 çadır, dört sahra mutfağı, 900 jeneratör, 240 bin erzak, 320 bin kıyafet, 13 bin ısıtıcı cihaz, 1 milyon 415 bin ilaç ve tıbbi malzemeden söz ediliyor. 16 Şubat günü Azerbaycan’ın First Lady’si Mihriban Aliyeva’nın talimatıyla Haydar Aliyev Vakfı tarafından depremzedelere özel uçakla yardım gönderildi, Aliyev ailesi bu hareketle kendilerinin Azerbaycan’da nasıl bir anlama geldikleri mesajını vermeyi ihmal etmemiş oldu. Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’nden de depremin ilk günlerinde 38 tırdan oluşan yardım gönderildi, hatırlamak gerekir ki Türkiye’yle sınırlarını 2022 yazında beklenmedik bir biçimde kapatan Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti’nin 1995 yılından beri Meclis Başkanı olan Vasif Talıbov yıl sonunda istifa etmişti.
Ermenistan’ın yardım etmek istiyoruz çağrıları ilk etapta cevapsız kaldı ama daha sonra 7 Şubat tarihinde telefonla irtibata geçen Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ermenistan Başbakanı Paşinyan’a destekleri dolayısıyla teşekkür etti. 8 Şubat sabahı Gaziantep havalimanına inen 28 kişilik Ermenistanlı ekip, Adıyaman’a geçip bölgenin birçok noktasında arama kurtarma faaliyeti gerçekleştirdi. 11 Şubat günü 35 senedir kapalı olan Türkiye-Ermenistan sınır kapısı tekrar açıldı ve Ermenistan’dan 100 ton yardım depremzedelere gönderildi. 15 Şubat günü Ermenistan Dışişleri Bakanı Ararat Mirzoyan deprem bölgesini, Ermenistan’ın arama kurtarma ekibini ve Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nu ziyaret etti. Ermenistan’dan gelen ekip 17 Şubat’ta görevini tamamlayarak ülkesine geri döndü. Türkiye-Ermenistan sınırının açılması oldukça önemli bir gelişmeydi. Ermeni hükümeti aslında bunu iç muhalefete rağmen yaptı. Anlaşılan o ki, Ermenilerin çoğu en son 1988 yılında açılan sınır kapısından girerek Ermeni depremzedelere yardım eli uzatan Türk Kızılay’ını unutmadı. Buna rağmen Ermenistan’da muhalefet kanadı, İkinci Karabağ Savaşı’nda Türkiye’nin açık bir şekilde Azerbaycan’ı desteklemesi nedeniyle yardımların mantıksız olduğu yönünde itirazda bulundu. Sonuç olarak Türkiye-Ermenistan ilişkileri hiç olmadığı kadar ilerledi ve şimdilik deprem krizi iki taraf için fırsata dönüştürülmüşe benziyor.
Gürcistan, depremin olduğu ilk gün, 6 Şubat tarihinde 63 kişilik bir arama kurtarma ekibini iki eğitimli köpekle birlikte Türkiye’ye gönderdi. Adıyaman’a yönlendirilen ekip bölgede hızla faaliyetlere girişti. Deprem felaketinin büyüklüğü ortaya çıkınca, 8 Şubat tarihinde 40 kişilik bir arama-kurtarma ekibi daha gönderildi. Gürcistan Parlamentosu’nda düzenlenen oturumda Türkiye’de hayatını kaybeden depremzedeler için saygı duruşunda bulunuldu. Gürcistan Cumhurbaşkanı Salome Zurabişvili, Türkiye’nin Tiflis Büyükelçiliği’ni ziyaret etti. Gürcistan’dan ayrıca depremzedeler için 375 bin dolar değerinde yardım fonu ayrıldığı açıklandı. Gürcistan Başbakanı İrakli Garibaşvili’nin imzaladığı kararnameye göre bütçenin depremzedelere dönük ilaç, gıda, giyecek, tıbbi malzeme ve diğer ihtiyaçlar için kullanılacağı bildirildi. Türkiye bu zamana kadar TİKA başta olmak üzere birçok resmi kurumuyla Gürcistan’a ve bölgedeki yerel halklara oldukça yardım etmişti, Gürcü hükümeti bu durumda borcunu ödüyor gibi görüntü verdi. Gürcistan hükümeti, toprakları üzerinden kimi Batı ülkelerinin Rusya’ya karşı ikinci bir cephe açılması çabalarına ve kuzeyden gelen baskıcı Rus politikalarına karşı aynı anda direniyor. Gürcistan için Türkiye ve bütün komşularıyla afet anları dahil her zaman iyi geçinmek zorunlu bir karar.
Devletsiz Kafkas Halklarının İnisiyatifi
Rusya’nın güneyinde yer alan irili ufaklı Kafkas ülkeleri, deprem haberini alır almaz ellerinden gelenin çok daha fazlasını yapmaya girişti. Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ın yaptıkları öngörülebilir işlerdi, ancak Rusya’ya bağlı Kafkas cumhuriyetlerinde toplanan yardımlar açıklanması güç başka bir boyut taşıyordu. Yaşadıkları zor coğrafyanın şekillendirdiği halklar, tam anlamıyla bir seferberlik başlattı. Kafkasyalıların çoğu Türkiye ve Suriye’deki depremzedeleri ayırmadan birlikte yardım topladı, uluslararası kamuoyunun unuttuğu Suriye’ye devletsiz ve imkânları kıt halklar sahip çıkıyordu.
Abhazya’dan Dağıstan’a kadar olan bölgede, her millet kendine özgü yardım faaliyeti organize etti. Abhazya’da yardım için konser düzenlenirken, Dağıstan’da İslami bir hassasiyetle yardım toplandı. Kafkasya’da yerel sivil toplum kuruluşları, güç imkânlar içerisinde ayni ve nakdi yardımlar gönderdi. Kafkasya’nın ekonomik olarak Rusya ortalamasına göre bile kötü bir bölge olduğu hatırlanmalı. Rusya Federasyonu sınırları içerisindeki ekonomisi en geri yerler olan Karaçay-Çerkes ve İnguşetya vatandaşları bile depremzedeler için yardım göndermeyi ihmal etmedi. Adıgey Cumhuriyeti Parlamentosu’nda düzenlenen saygı duruşu, Kuzey Osetya ve Abhazya yetkililerinin başsağlığı ve geçmiş olsun dilekleri. Güney Osetya’nın Türkiye Moskova Büyükelçiliği’ne kabul edilmeyen ziyareti ve kapıya bırakılan taziye çiçeği. Ve diğer resmi diplomatik mesaj ve girişimler…
Kafkasya’dan Türkiye’ye yardım yapılacağı kimsenin aklının ucundan geçmezdi, en azından bu durum tarihte en son ne zaman olmuştur ciddi bir araştırma yapmak gerekir. Fakat felaketin büyüklüğü ilk andan itibaren bölge insanı tarafından kavrandı. Türkiye’ye özellikle son 10-15 senedir yerleşmeye çalışan Çeçen ve Dağıstanlı sığınmacıların, anadillerinde yaptıkları yardım çağrılarının ardından Kafkasya’daki dindar Müslüman halklar harekete geçti. Çeçenya ve Dağıstan’dan gönüllü arama-kurtarma ve yardım ekipleri kendi inisiyatifleriyle yola koyuldu, yanlarında getirdikleri yardım malzemeleriyle birlikte deprem bölgesine ulaşmaları pek vakit almadı. Yine buradan Kafkasya’ya çağrı yapan Çeçenler ve Dağıstanlılar da yardım etmek için deprem bölgesine ulaşıp faaliyete geçti.
Çeçenya’nın her yerinde halkın spontane bir şekilde yardım faaliyetlerine giriştiği görüldü. Yardımlar büyük miktarlara ulaşınca medyaya düşen haberlerde, Rusya yanlısı Çeçen hükümeti lideri Ramzan Kadirov’un halkı tehdit ederek yardımlara el koyacağı ve Suriye’deki Esad rejimine vereceği iddia edildi. Buna rağmen Çeçenler topladıkları yardımları farklı gruplar halinde bizzat Kahramanmaraş’a getirip dağıtmayı başardı. Türkiye’deki Çeçen muhacirlerin yoğun olarak yaşadığı Kahramanmaraş’ın Göksun ilçesine bağlı Çardak’ta 15 Şubat günü yardım kılıfı altında Kadirov propagandası yapmak isteyenlere yine en büyük tepkiyi Çeçenler verdi. Deprem bölgesine gelen bir tırın üzerine Kadirov’un resminin olduğu bir bayrağı açmak isteyenler bölgeden hızla uzaklaştırıldı. Çeçen gençleri tarafından yapılan yazılı açıklamada, kriz ortamından yapılan siyasi fırsatçılığın toplumda herhangi bir karşılığı olmadığı vurgulandı.
Kafkas diasporası da harekete geçmekte tereddüt etmedi. Türkiye’deki Kafkas yapılanmalarını detaylı anlatmaya gerek yok, Türkiye’yle bir bütün olan Kafkas kökenli vatandaşlar zaten sürecin başından itibaren büyük bir özveriyle çalıştı. Dünyanın farklı bölgelerine dağılan Kafkasyalıların hareketleri daha ilgi çekiciydi. İngiltere’deki Londra Abhaz-Adıge Kültür Derneği’nden Almanya’daki Avrupa Oset Kültür Derneği’ne kadar, Kafkas topluluklarının tamamı yardım çalışmaları yaptı. ABD’de yaşayan Karaçay ve Çerkes toplulukları, coğrafik uzaklıklarına aldırmadan, ilk gün aldıkları kararla deprem yıkımı sonrası anlarda ihtiyaç duyulan malzemeleri toparlayıp gönderdiler. ABD’deki Çerkesler hem Türkiye’ye hem de Suriye’ye yardım gönderdi, hatta kendi içlerinde heyet kurup onları deprem bölgesine ulaştırdı. Normal şartlarda kültür derneği olarak faaliyet gösteren bütün bu yapılar, sosyal medya hesaplarından yaptıkları duyurularda yaralar sarılana kadar yardım göndermeye devam edeceklerini bildirdi.
Devletsiz halkların inisiyatif alma gücünün iyi anlaşılması gerekir. Yaşanan seferberlik hali Rusya ve Kafkasya bölgesine yoğunlaşan uzmanlar tarafından tam anlamlandırılamadı. Kafkasya’da insanlar yaklaşık olarak 10 senedir kendilerini daha çok Telegram, VKontakte, YouTube, Instragram gibi alanlarda var ettiler. Bütün yapıp ettiklerini bu tarz platformlarda, kendi ana dillerinde paylaşıyorlar, çünkü onları temsil eden bir devlet ya da büyük haber ajansları yok. Kafkasyalılar, depremin yaşandığı 6 Şubat tarihinden itibaren o kadar yardım topladılar ki bir zaman sonra durumu takip etmek güçleşti. Böylece sivil toplumun felaket anlarında neler yapabileceği belirgin hale geldi. Ukrayna-Rusya Savaşı’nın gölgesinde düzenlenen bütün bu yardım seferberliği hem Kremlin tarafından atanan yerel idareciler hem de merkezi Rusya hükümeti tarafından gelecekte kullanılmak üzere bir kenara not edilmiştir. Durumu özetlemek gerekirse, Türkiye’deki gidişattan rahatsız olup daha iyi şartlar için Batı ülkelerine göç eden insanlar, yaşanan trajediyle ilgili kimsenin onların hatırını sormadığından yakınırlarken, buna karşılık Kafkasya’dan yapılan fiili yardımlar oldukça kıymetlidir, elbette dönüp bakan olursa.
Kadercilik Kader Olamaz
Türkiye’ye dönük bütün bu yardımların anlamını tartışmak gerekiyor. İngiltere merkezli Development Initiatives kuruluşu tarafından hazırlanan Küresel İnsani Yardım Raporu’na göre, Türkiye gayrisafi milli hasılasına oranla en çok insani yardım sağlayan ülke konumunda. 2017 yılından beri her sene tekrarlanan benzer raporlarda Türkiye, dünyanın en cömert ülkesi seçiliyor. Türk milletinin yardımsever bir millet olduğunu bilmeyen kalmadı. Türkiye’de özellikle dindar Müslüman halk, sivil toplum kuruluşları merkezli olarak adeta yardımda yarışıyor. Fakat burada yardımların çoğunun felaketzedelere yapıldığını hatırlamak lazım. İslami görüşleriyle öne çıkan yardım organizasyonları, uzun vadeli yardımlardan ziyade, en kötü durumdaki, hayatta kalma tehlikesi içerisindeki kişi ve ülkelere yardımı önceliyor. Yardım stratejileri buna göre oluşturuluyor. Türkiye’den Kafkasya’ya yapılan yardımların birçoğu da bu şekilde olmuştur, ancak o dönem doğru düzgün kayıt altına alınmamıştır, şimdi Kafkasya’dan Türkiye’ye yapılan yardımların kayıt altına alınmadığı gibi. Özetle yaşanan süreçte sanki bütün dünya ve Kafkasya, Türkiye’ye olan yardım borcunu ödedi.
Türkiye’nin, Kafkas ülkelerinin ve bütün bu coğrafyada yaşayan halkların ezici çoğunluğunu oluşturan Müslüman kitleler için deprem ve diğer afet olaylarının bir kader olarak görüldüğü açık. Bu kader neden Japonya’nın kaderi değil de Endonezya’dan Türkiye’ye kadar Müslüman halkların kaderi, kimse tam olarak sorgulama işine girmiyor. Müslümanlar için kadercilik anlayışı adeta bir kadere dönüşmüş durumda. Şu anda bile Kafkasya’da deprem riski barındıran cumhuriyetler ve şehirler var. Bunun en bilinen örneği, Kuzey Kafkasya bölgesinin en büyük şehri olan Dağıstan’ın başkenti Mahaçkale’dir. Depremzedeler için bütün iyi niyetiyle Dağıstan’dan Türkiye’ye yardım gönderen insanların kendi yaşadıkları alanı sağlamlaştırmayı ne zaman planlayacakları gerçekten merak konusu. Ya da dünyanın diğer ucuna hiçbir çıkarı olmamasına rağmen yardım gönderme erdemine sahip olan Türk insanının depremlerde göçük altında kalmaması gerekmez mi?
Türkiye ve Kafkasya’da muhafazakâr eğilim öne çıkıyor, iyi bir gelişme de olsa değişime karşı direnç var. Müslüman halkların tamamını kapsayan günü kurtarma endeksli pragmatik ahlaki kod değişmeden; deprem, savaş, çatışma ve diğer negatif olayların dışında istikrarlı bir hayat düşünmek hayal. Yaşananlar kader değil, öyle olsaydı Japonlar da her depremde ölmek zorunda kalır, Avrupa’da insanlar birbirlerini katletmeye devam ederdi. Bütün yapılan iyilik faaliyetlerine rağmen, sonuç olarak Türkiye ve Kafkasya halkları birbirlerini sadece acil yardım zamanı görmek zorunda değil. İki bölge arasında uzun vadeli, eğitim, ticaret, kültür-sanat ve diğer alanlarda birçok iş birliği çalışmalarına imza atılabilir. Türkiye-Kafkasya ilişkileri, sadece komşuluk ilişkileri merkezli olarak değil, aynı zamanda akraba topluluklar merkezli olarak tekrar gözden geçirilmeli ve problemli alanlarda iyileştirmelere dönük adımlar atılmalı. 6 Şubat deprem sürecinden çıkarılacak en önemli derslerden biri de Türkiye’nin Kafkasya’ya sadece enerji merkezli bakmaması gerektiğidir. Politikalarda değişim yaşanmazsa, Türkiye ve Kafkasya arasındaki ilişkinin insani seviyelere çıkması sadece savaş ve felaket zamanlarında karşılaşılacak bir durum olacak, o da hafızalarda bir çeşit güzel hatıra biçiminde kalacaktır.
Bu satırlar yazılırken, Türkiye’de ulusal televizyon kanallarındaki yayın çizgisi hâlâ o pragmatik ruhla reyting kovalıyordu, depremden önce sözleri dinlenmeyen bilim insanlarının cümleleri bu sefer de enkaz altından kurtarılan depremzedelere zoom yapmak ve artçı sarsıntıları anlatmak için yarıda kesildi. Duygusal yardımlarla kendini ayakta tutmaya çalışan kaderci anlayış terk edilip, aklın ve mantığın ölçüleri devreye sokulmadığı müddetçe, sadece deprem gibi doğa olaylarında değil, farklı birçok konuda da ölmek, yaralanmak ve sürekli yardımlaşmak mümkün. Afetler neticesinde muhtaç kalmamak için sadece iyi müteahhitlere değil, günü kurtarma mantığının terk edilmesine ve bütün alanlarda plan ve stratejiler üretilmesine ihtiyaç var. Değişim zamanla mutlaka gerçekleşecek, bunun başlangıcı 6 Şubat olabilir.
Kaynak: Perspektif